بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

7 Eylül 2008 Pazar

İKİ tür Küfür ve İki tür Şirk vardır

İki tür küfür

Derler ki: Zulüm ve fısk iki türlü olduğu gibi, küfür de iki türlüdür:

Bunların birisi insanı dinden çıkartır diğeri dinden çıkartmaz.

Aynı şekilde şirk de iki türlüdür. Birisi şirk olup dinden çıkartır, diğeri ise amelde şirk olup dinden çıkartmaz. Bu ise riyakârlıktır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ederse, salih bir amel işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak koşmasın." (Kehf, 110)

Bununla salih amellerde riyakârlık kastedilmektedir. Peygamber (s.a.v):

"Uğursuz saymak şirktir" (Ebû Dâvûd, Tıb, 24; Tirmizî, Siyer, 46;İbn Mâce, Tıb, 43; Müsned, 1, 389, 438, 440) buyurmuştur.

Muhammed b. Nasr der ki:

İşte bu iki görüş genel olarak Ahmed b. Hanbel'in görüşleri arasında hadisçilerden olup, ona muvafakat edenlerin de görüşleri olarak nakledilmektedir.

Salenci İsmail b. Said, Ahmed b. Hanbel'e kendi arzusuyla kebairi işleyen ve bunlar üzerinde ısrar eden, ancak namazı, zekâtı ve orucu da terketmeyen bir kimse günah üzerinde ısrar edenlerden olur mu? diye sorulmuş, o da:

Evet o ısrar eden bir kimsedir, cevabını vermiştir. Bu, Hz. Peygamberin:

"Zani, zina edince mü'min olarak zina etmez." (Buhârî, Mezâlim, 30, Eşribe, 1, Hudûd, 1;Müslim, İman, 100; Nesâî, Sârik, 1, Eşribe, 42) buyruğunda dile getirilen durumu andırmaktadır, imandan çıkar ve İslâm'a düşer. Ayrıca:

"İçki içtiği zaman mü'min olarak içki içmez. Hırsızlık yaptığı zaman mü'min olarak hırsızlık yapmaz" (Buhârî, Mezâlim, 30, Eşribe, 1, Hudûd, 1;Müslim, îman, 100; Nesâî, Sârik, 1, Eşribe, 42) sözünde dile getirilen durum da bu türdendir.

Ayrıca İbn Abbas'ın Yüce Allah'ın:

"Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmesze, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir" buyruğu hakkında yaptığı açıklama türünde dile getirdiği durumu andırmaktadır. Ben ona:

Bu küfrün mahiyeti nedir? diye sordum. Şöyle dedi:

Bu insanı dinden çıkartmayan bir küfürdür. Nitekim imanın bir kısmı diğer bir kısmından daha aşağıda olduğu gibi,küfür de böyledir. Nihayet öyle bir noktaya gelir ki, artık onun bu durumu hakkında ihtilaf söz konusu değildir.

İbn Ebi Şeybe der ki:

"Zani zina edince mü'min olarak zina etmez sözü, o sırada imanı kamil olmaz demektir, imanından bir şeyler eksilir."

Yine der ki:

Ve ben Ahmed b. Hanbel'e "İslâm ve İman" hakkında soru sordum. Şöyle dedi:

"İman söz ve ameldir, İslâm da ikrardır."

(Muhammed b. Nasr) Dedi ki:

Ebu Hayseme de bu görüştedir. İbn Ebî Şeybe de der ki:

"İmanla birleşmedikçe İslâm olmaz, İslâm olmadıkça da iman olmaz."

Ben derim ki:

Birinin müsemması ötekinin müsemması olmamakla birlikte, bunların biribirlerinden ayrılmaz oldukları konusunda geniş açıklamalar daha önce geçmiştir.

Birden çok kişi ehl-i sünnet ve ehl-i hadisin, imanın söz ve amel olduğu üzerinde icma ettiklerini nakletmektedir.

Ebû Ömer b. AbdülBerr de der ki:

Fıkıh ve hadis alimleri imanın söz ve amel olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Niyetle olmadıkça da amel olmaz, iman bunlara göre itaatla artar, isyan ile eksilir. Onlara göre bütün itaatler imandır. Ancak Ebu Hanife ve arkadaşlarından nakledildiğine göre onlar itaate "İman" adı verilemeyeceği kanaatindedirler ve şöyle derler:

"İman, tasdik ve ikrardır."

Onlardan kimisi ise buna marifeti eklemiş, daha sonra da onların bu konuda ileri sürdükleri delili zikreder.

Nihayet (Muhammed b. Nasr) der ki:

Hicaz, Mısır, Irak ve Şam'da Rey ehli ile Asar ehli olan diğer fukaha -ki, aralarında Malik b. Enes, Leys b. Sa'd, Süfyan Sevrî, Evzaî, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Raheveyh, Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellâm, Dâvûd b. Ali, Taberî ve onların yollarını izleyenler de vardır- derler ki:

"İman, söz ve ameldir. Dil ile söylenen bir sözdür ki, bu da ikrardır. Bir de kalb ile itikad, organlarla amel ve ayrıca samimi niyet ile ihlastır."

Derler ki:

İster farz, ister nafile olsun, kendisiyle Yüce Allah'a itaat edilen her şey imandandır ve iman itaatlerle artar, masiyetlerle eksilir. Bunlara göre günahkar kimseler günahları sebebiyle imanları tam olmayan mü'min kimselerdir. Bunların imanlarının eksik olmaları büyük günahları işlemeleri dolayısıyladır. Peygamber (s.a.v) 'in:

"Zina, zina ettiği zaman mü'min olarak zina etmez..." hadisine bakmaz mısınız?

Burada maksat, imanı tam olan kimsedir. Yoksa bu işleri işleyen bir kimseden imanın tümünü nefyetmeyi kastetmiş değildir. Bunun delili ise zina edenin, hırsızlık yapanın, şarap içenin, kıbleye dönerek namaz kılmaları ve İslâm'ın davetine bağlanıp onu din kabul etmeleri halinde bu durumlarda olmayan mü'min akrabalarına mirasçılıklarının icma ile kabul edilmesi buna delildir. Bunları dedikten sonra buna ilişkin delillerini de ortaya koyar ve daha sonra şöyle der:

İmam Malik'in arkadaşlarının çoğunluğu, imanla İslâm'ın aynı şey olduğu kanaatindedirler.

(Muhammed b. Nasr) Der ki:

Mutezilenin görüşü ise şöyledir:

Onlara göre iman bütün itaatlerin toplamıdır, itaatlerde herhangi bir kusuru olan bir kimse, mü'min veya kâfir değil fâsıktır. Bunlar el-Menzile Beyne'l-Menzileteyn görüşünün sahipleri ve Mutezile oldukları muhakkak olan kimselerdir...

Nihayet şöyle der:

"İman artıp eksildiğine göre, itaatlerle artar, masiyetlerle eksilir." Hadis ehlinin bir grubu bu görüştedir. Değişik bölgelerdeki fetva vermeye ehil fukahanın bir kısmı da bu görüştedir.

İbnü'l-Kasım'ın imam Malik'ten rivayetine göre o imanın arttığını söylemekle birlikte, eksildiği hususunda kanaat belirtmemiştir. Ondan Abdürrezzak Ma'd b. İsa ve İbn Nafi, imanın artıp eksildiğini rivayet etmektedirler. Buna göre hadis ehlinden cemaatin tümü bu görüşte demektir. Allah'a hamdolsun.

Daha sonra Mürcienin ve sonra da ehli sünnetin hüccetlerini kaydetti ve zina, hırsızlık ve buna benzer hususlarda masiyet sahipleri için öngörülen hadlerle ilgili olarak Haricîlerin tekfirde bulunmaları görüşlerini reddetmektedir. Ayrıca aralarında mirasın gerçekleşmesini de Haricîlerin bu konudaki görüşlerini reddetmek için delil gösterir.

Yine Ubâde b. Samit'in rivayet ettiği şu hadis de gösterdikleri deliller arasındadır:

"Her kim bunlardan (haddi gerektirici günahlardan) bir şey işlerde dünya hayatında onun karşılığında cezalandırılma, bu onun için bir keffarettir." (Buhârî, İman, 11, Ahkam, 49, Hudûd, 8; Müslim, Hudûd, 41; Tirmizî, Hudûd, 16; İbn Mâce, Hudûd, 33; Nesâî, Bey'at, 9,17)

Ayrıca der ki:

"İman üst üste birtakım mertebeler halindedir, imanı eksik olan bir kimse, imanı kamil olan kimse gibi değildir. "

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah adı anıldığında kalpleri titrer." (Enfal, 2)

Yani onlar gerçekten mü'min iseler, durumları böyle olur. işte bundan dolayı:

"İşte onlar gerçek mü'minlerdir" (Enfal, 4) buyurmuştur.

Peygamber (s.a.v) Efendimizin sözü de böyledir:

"Mü'min, insanların kendisinden yana emin oldukları kimsedir. Müslüman da müslümanların dilinden ve elinden selâmette olduğu kimsedir." (Hadisin "Mü'min..." bölümü, Tirmizî, İman, 12; Nesâî, İman, 8'de; "Müslüman...." bölümü, Buhârî, İman, 5; Müslim, İman, 64-66'da)

Yani gerçek mü'min ve müslüman böyledir, işte Hz. Peygamberin:

"İman bakımından mü'minlerin en kamil olanları..." (Ebû Dâvûd, Sünne, 14; Tirmizî, Rada, 11,İman, 6) buyruğu da bu türdendir.

Bilindiği gibi böyle bir imanın daha kamil olabilmesi, ondan daha eksiği söz konusu olmadıkça, düşünülemez.

Hz. Peygamberin:

"İman kulplarının en sağlam olanı Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir" (Azizi, Şerhu'l-Câmii's-Sagir, II, 74)

"Emaneti olmayan kimsenin imanı da yoktur" (Müsned, 111,-135,154,210, 251)(218) buyruğu imanın bir kısmının diğer bir kısmından daha sağlam ve daha kamil olduğunu göstermektedir. Ayrıca Tirmizî ve başkalarının rivayet ettiği:

"Allah için seven ve Allah için buğzeden..." (Tirmizî, Kıyamet, 60; Ebû Dâvûd, Sünne,15; Müsned, III, 430, 439, 440) şeklindeki hasid-i şerifi de zikreder.

Ebû Arar Talemenkî de aynı şekilde ehl-i sünnetin: "imanın söz, amel, niyet ve sünnet-i seniyyeye göre hareket etmek" olduğu üzerinde icma ettiklerinden sözetmektedir.

Ebu Talib el-Mekkî der ki:

İslâm'ın temel esasları beştir. Yani iki kelime-i şehadet, beş vakit namaz, zekât, Ramazan ayının orucu ve hactır,

İmanın rükünleri ise yedidir:

Yani Cebrail hadisinde sözü geçen beş esas ile kadere iman ve cennet ile cehenneme imanı kastetmektedir. Bunların her ikisi de Hz. Cebrail hadisinde -Yüce Allah'ın izniyle zikredeceğimiz gibi- rivayet edilmiştir.

(Muhammed b. Nasr) der ki:

Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarına iman etmek, Allah'ın kitaplarına ve peygamberlerine iman etmek, meleklere ve şeytanlara iman etmek...

Allahu a'lem, bunlar arasında fark ve ayrı olduklarına imanı kestetmektedir. Çünkü insanlardan kimisi bunları tekbir cins olarak kabul etmekte, fakat amellerin farklı olması sebebiyle biribirlerinden ayrı olduklarını zannetmektedir. Bu konuda onları (yani meleklerle şeytanları) insanların iyi ve kötülerinin de biribirlerinden ayrı olmalarına benzediğini kabul etmektedir. Cennetle cehenneme iman etmek ise onların Hz. Adem'den önce de yaratıldıklarına iman etmek gerekir, öldükten sonra dirilmeye iman etmek, hayrı ve şerriyle, acısı ve tatlısıyla Allah'ın bütün takdirlerine, bunların kaza, kader, meşîet ve hüküm itibariyle Allah'tan olduklarına iman etmektir. Bütün bunların onun sonsuz adalet ve hikmetiyle olduğuna, bunların gaybî bilgisini ve gerçek anlamlarını bilmeyi kendisine tahsis ettiğine de iman etmektir. Der ki:

İman ve İslâm da böyledir. Biri ötekine bağlıdır. Bu bakımdan onlar tek şey gibidir, İslâm'ı olmayan kimsenin, imanı, imanı olmayan kimsenin de İslâm'ı yoktur. Çünkü müslüman bir kimsenin müslümanlığı sahih olacak kadar bir imanının bulunmaması söz konusu olmaz. Mü'min olan bir kimsenin de, İslâm'sız olması söz konusu değildir. O bununla Yüce Allah'ın salih ameller için belli bir imanı şart koşması açısından,ancak bununla imanını tahkik ettirebilir. Yüce Allah salih ameller için iman şartını koşmuştur. Bunun tahkiki hususunda şöyle buyurmaktadır:

"Her kim mü'min olduğu halde salih amellerden işlerse onun yaptıkları inkâr olunmaz (mükafatsız bırakılmaz)." (Enbiya, 94)

İmanın amelle tahkiki konusunda da şöyle buyurmaktadır:

"Her kim de ona mü'min olarak salih amel işlemiş halde gelirse, işte onlar için en yüksek dereceler vardır." (Tâ-Hâ, 105)

Zahiri itibariyle İslâmi ameller işlediği halde, gayba iman inancına sahip olmayan bir kimse, İslâm'dan çıkacak şekilde münafıktır.

Her kim gayba iman ettiği halde imanın hükümlerini ve İslâm'ın şer'i buyruklarını yerine getirmez, bunlarla gereğince amel etmezse, bu kişi de beraberinde tevhidin sebat gösteremeyeceği bir küfürle kâfir olur.

Peygamberlerin Yüce Allah'tan haber verdiği gayba iman edip de Allah'ın emrettikleri gereğince amel eden bir kimse ise, mü'min ve müslümandır.

Eğer bu böyle olmasaydı, mü'mine müslüman adını vermemek de, müslümana Allah'a iman eden mü'min adını vermemek de caiz olurdu.

Ehl-i kıble her rnü'minin müslüman ve her müslümanın da Allah'a, meleklerine, kitaplarına iman eden kimse (mü'min) olduğu üzerinde icma etmişlerdir.

(Muhammed b. Nasr) dedi ki:

Ameller arasında iman, bedende kalb örneğine benzer. Biri ötekinden ayrılmaz. Cisim sahibi bir kimsenin kalbsiz ve hayat sahibi olması mümkün olmadığı gibi, cisim olmaksızın da kalb sahibi olmak mümkün değildir. Bunlar biribirlerinden bağımsız şeylerdir, anlam ve hüküm bakımından da ayrıdırlar. Yine bunlar, zahir ve bâtını bulunan bir tane gibidir. Asıl itibariyle o, birdir. O bakımdan niteliklerinin farklılıkları dolayısıyla iki tanedirler denilemez.

İşte İslâm'ın amelleri de bu şekilde İslâm'dandır ve bunlar imanın dışıdır. Bu da organların amellerindendir. İman ise İslâm'ın içidir ve bu da kalbin amelleri arasındadır.

Peygamber (s.a.v)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"İslâm aleniliktir, İman ise kalbtedir." (Müsned, III, 135)

Bir diğer lafızda ise:

"İman gizlidir." (Bu lafızla kaynağını tesbit edemedik) buyurmuştur, İslâm imanın amelleridir, iman ise İslâm'ın inançlardır. Buna göre amelsiz iman ve inançsız amel olmaz. Bunun örneği zahir ve bâtın amellerdir. Bunlardan birisi kalblerin amelleriyle organların amelleri açısından sahipleriyle ilgilidir.

Buna örnek, Rasûlullah (s.a.v)'ın şu buyruğudur:

"Ameller niyetler iledir" (Buhârî, Bedu'l-Vahy, 1, İman, 41; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd, 16)

Yani bir karar, kanaat (akide) ve maksat olmadan amel olmaz. Çünkü "innemâ" edatı, bir şeyin tahkikini, onun dışında kalan şeylerin de nehyedildiğini ifade eder. Böylelikle organların muamelat türünden olan amelleri isbat edilirken, kalblerin amelleri de niyyetler olarak tesbit edilmiştir. Amelin imanla ilgisi, dudakların dille ilgisine benzer. Dudaklar olmaksızın sağlıklı bir konuşma olamaz. Çünkü dudaklar harfleri bir araya toplar. Dil de sözü açığa çıkartır. Bunlardan birisinin olmaması halinde, konuşma mümkün olmaz. Aynı şekilde amelin sakıt olmasıyla imanın gidişi söz konusudur. Bundan dolayı şanı Yüce Allah, insana konuşma nimetini hatırlatıp bu nimeti sayıp dökerken, dille birlikte iki dudağı da şu buyruğunda zikretmiştir:

"Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?" (Beled, 8-9)

Bunun anlamı:

Biz onu gören ve konuşan kılmadık mı? Konuşma dil ve iki dudak ile ifade edilmiştir. Çünkü bunlar konuşmanın mekânıdır ve bu arada iki dudak da zikredilmiştir. Çünkü kendisiyle nimetin cereyan ettiği konuşma, dudaklar olmaksızın tamamlanamaz.

Yine iman ile İslâm'ın örneği, dışı bulunan ve yere dikilmiş bir çadıra benzer. Bu çadırın iç tarafında kazıkları ve direkleri vardır. Çadır İslâm'ı temsil eder. Onun alenî ve azaların amellerinden meydana gelen rükünleri vardır, işte bunlar çadırın kenarlarını tutan kazıklar gibidir. Çadırın ortasında bulunan direği ise iman temsil eder. O olmaksızın çadırın ayakta durmasına imkan yoktur. Çadırın ona ihtiyacı vardır. Çünkü, o olmadan ayakta duramayacağı gibi, hepsi birlikte olmadıkça da ayakta duracak gücü olmaz, işte organların amellerinde İslâm'ın durumu da böyledir, imanla birlikte olmadıkça, İslâm'ın ayakta durması mümkün değildir. İman ise kalblerin amelleri arasında yer alır. İslâm'la beraber bulunmadıkça da faydası olmaz, İslâm ise, salih ameller demektir.

Yine şanı Yüce Allah, İslâm ve imanın zıddı olarak aynı şeyi zikretmiştir. Eğer hüküm ve anlam bakımından bunlar tek bir şey hükmünde olmasaydılar, bunların zıddı tek bir şey olmazdı.

Şanı Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"İman ettikten sonra kâfir olan bir topluluğa Allah nasıl olur da hidayet verir." (Al-i İmran, 87)

Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Sizler müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi?" (Al-i İmran, 80)

Burada her ikisine de zıd bîr durum olarak küfrü zikretmiştir. (Devamla) der ki:

İşte Rasûlullah (s.a.v) buna benzer bir şekilde iman ve İslâm'ın aynı türden olduğunu haber vermektedir. İbn Ömer'den gelen bir rivayette ise:

"İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir" buyurduğu gibi, İbn Abbas ile Abdülkayslıların temsilci heyetlerine dair hadis-i şerifte de onların iman konusunda soru sordukları belirtilirken, onun bu nitelikleri zikrettiği kaydedilmektedir. Böylelikle bunlar görünür bir İslâm olmadıkça içte bir imanın olmadığına işaret etmektedir.

İçte bir imanla birlikte bulunmadıkça dıştan bir İslâm'ın olamayacağına, imanla amelin biri olmaksızın ötekisinin faydasının olamayacağı, bir arada bulunması gereken iki husus olduğuna işaret etmektedir.

Cibril hadisinde Peygamber (s.a.v)'in imanla İslâm arasında fark gözetmesine gelince:

Bu kalblerin amellerine ve kalblerdeki inançlara ilişkin niteliklerini belirttiğimiz bu hususların gereklerini açıklamaktadır. Bu inançların açıktan yapılması şeklinde nitelendirdiği ve yerine getirilmesini gerekli kıldığı dış fiillerden olup, organların amellerine ilişkin açıklama içermektedir. Yoksa farklılık ve çelişki bakımından, anlam açısından imanla İslâm arasında fark bulunduğundan dolayı bunları zikretmemiştir. Bu hadiste bunların hüküm itibariyle birbirlerinden farklı olduğu konusunda bir delil yoktur. Her ikisi de mü'min ve müslüman olan bir tek kulda bir arada bulunur mu? Böylelikle onun zikretmiş olduğu kalbî inançlar, kalbin niteliği alenî olarak yapılması söz konusu olan şeylerden zikrettiğini de cismin nitelikleri olurdu.

Aynı şekilde ümmet, icma ile şunu kabul etmiştir:

Eğer kişi Cibril hadisinde imanın niteliklerine dair sözü geçen bütün hususlara kalbinden iman etse ve İslâm'ın vasıflarından zikredilen herhangi bir şeyi işlemeyecek olursa, bu kimseye mü'min adı verilmez.

Yine, o kimse İslâm'ın niteliği olarak belirtilen bütün hususları işleyip sonra da imana dair niteliklerini belirttiği şeylere inanmayacak olursa, müslüman olmaz.

Peygamber (s.a.v), ümmetin ise dalâlet üzere icma etmeyeceğini haber vermiştir. (İbn Mâce, Fiten, 8)

Hiç yorum yok:

Big HugRunningJeepDuel GunsBible 2GrenadeProudGrenadeBible 2It

Diğer Listelerim